Bir Varmış Bir Yokmuş...


Böyle başlayınca uzun bir hikaye anlatacakmışım izlenimi verdiğimin farkındayım.Aslında uzun bir hikaye ama elimden geldiğince kısaltacağım..Kimden mi bahsediyorum tabiki Acun ILICALI.Gerçekten yaptığı yarışmaların bazıları saçma olsa da insanları ekrana kilitlemeyi başarıyor.Hayat hikayesi de hiç iç acıçı değil.Çok başarısız bir öğrencilik hayatı,üniversiteyi bitirememek ve bir kot dükkanını açıp ticarete atılmak.Bu esnada daha genç yaşta ailesini bir trafik kazasında kaybetmek.Bunlar benim bahsetmek istediğim şeyler değil ama yine de ekleyeyim dedim.Benim bahsetmek istediğim bir markalaşma hikayesi.Acun ailesini kaybettikten sonra bir tanıdığı vasıtasıyla İlker YASİN'le tanışmış.Futbol bilgisi sayesinde onu etkilemiş ve düşük bir maaşla spor muhabirliğine başlamış.Beşiktaşlı futbolcularla yaptığı komik ve samimi röportajlar herkesin ilgisini çekmiş ve oradan da televoleye transfer olmuş.Televolede de devamlı yurtdışını gezip eğlenceli röportajlar yapmış.bu ilerleyişin sonu 2005'te Acunmedya'yı kurmasıyla devam etmiş.Nereden nereye değil mi?resmen kendi markasını yaratmış.Memleketimize getirdiği yarışmaların kendi imali olmadığını bilmeyen yoktur.Hepsi yurtdışından telif hakları alınıp yayınlanan yarışmalar.Hatta kendisi de bu yarışmaları getirme fikrinin Televole ve Acun Firarda programları sayesinde yurtdışında izlediği kanallardan ilham alarak geldiğini belirtiyor.Şimdi burda aklımıza bir soru geliyor.İyi de bu tip yarışmaları başka birisi de getirip yine aynı popülerliği yakalayamaz mıydı?Burda da Acun'un sempatikliği ve samimi görünüşü ön plana çıkıyor.Örneğin çoğu insanın oturup Var mısın Yok musun'u bir dizi mantığıyla izlemesini anlamış değilim.Ortada hiçbir bilgi sorusu yok ayrıca elin adamının kazandığı paradan bana ne.Ama öyle bir ciddiyetle izleniyor ki sanki kutuları izleyenler açıyor:)Burdan anlıyoruz ki Acun işini iyi yapıyor.Ayrıca yaptığı ve çok takdir gördüğü birşey daha da hayır için bazı zamanlarda yarışmanın gelirini ihtiyacı olan kurum ya da kişilere bağışlaması.Artık bunu da topluma yalakalık için mi yapıyor ya da gerçekten yardım amaçlı mı yapıyor orasını ben bilmem.En azından yapıyor olması önemli olan.Şimdi benim aklıma takılan tek soru şu:''çok gezen mi bilir çok okuyan mı?''İşte Acun sayesinde bu sorunun cevabını artık veremiyorum:)...

Chery al Cheery ol


Çinlilerin taklitte sınır tanımadığını bilmeyenemiz yoktur.Mazallah birde kendilerini kopyalasalar dünyada adım atacak yer kalmayacak:).Bu zeki Çinli arkadaşlar otomotiv piyasasındaki açığı görerek ki hangi açıksa artık otomobil üretmeye de başladılar.Bu kriz ortamında General Motors gibi köklü şirketler can çekişirken Çinlilerin yaptığı büyük bir cesaret gerçekten.Cesurlukları da bence kocaman bir soru işareti.Çünkü bu arkadaşların yaptığı yine tipik bir Çinli hareketi.nasıl mı diyeceksiniz.Bence cevabını biliyorsunuz.Tabiki de yine taklitçilikle.Çinlilerin Ferrari'yi birebir kopyalayarak İtalyan yetkililerin baskınıyla kopya arabaya el konulması da bir efsane gibi kulaktan kulağa dolaşmaktadır.
Gelelim markanın misyon ve vizyonuna.Chery otomobil pazarına ucuz araçlarla giriş yaparak adeta bir iyilik meleği gibi insanoğluna hizmet etmeyi amaçlamış.Peki acaba araçlarının tasarımları nasıl?Şöyle bahsedeyim.SUV olarak ürettikleri Tiggo modeli neredeyse Honda'nın CR-V modelinin kopyası.Ya da bir diğer modeli olan Chery QQ.Tıpatıp Daewoo matiz.Çok yaratıcılar değil mi?Hadi benzerlik benim için önemli değil diyelim.Peki ya dayanıklılık ve güvenlik?Öncelikle şöyle söyleyim bu konuda namı duyulmuş Euro ncap bu arabaları test etmiyor bile ve yapılan kaza testleri tam bir facia!!!İçeride kullanılan malzemelerin kalitesi ise bence çok kalitesiz.Sırf ucuz diye tabut almaya niyeti olanlar için birebir bir marka.Hele reklam filmi tam bir fiyasko.Şafak SEZER'in oynadığı tam bir fiyasko reklam.Bende yarattığı imaj aynen şöyle.
- Chery az para ile gösteriş yapmayı seven hanzolara hitap ediyor.
- Zaten temiz olarak oto yıkamacıya gelmiş bir araç neden bir kez daha yıkatılır?
- Madem aracı yıkamacılara yıkatmayacaksın o zaman oto yıkamacıda ne işin var?

Bir Dünya Markası(ydı) GALATASARAY...


Genelde ülkemizde çocuk yaşlardan itibaren hür irademizle takım seçme gibi bir olanağımız yoktur.Babamızın takımı neyse bizimki de odur.Ben de bu akımı takip edenlerden olarak doğuştan Galatasaraylıyım.Gerçi her ne kadar anne karnında bile bana sorulmadıysa da:).Şimdi burdan Galatasaraylı olduğum için pişmanım gibi bir izlenim çıksada ben gerçekten sorulmadanda olsa tuttuğum takımdan dolayı çok gururluyum.Her ne kadar son yıllarda saç baş yoldursada.Galatasaray kulübüde diğer büyük kulüplerimiz gibi maddi olanakları fazla olan,şampiyonluk veya benzeri kupalarda başarıları fazla olan bir futbol kulubümüzdür.Göz önünde olmasının sebepleri,köklü bir kulüp olması,İstanbul takımı olması ve şu ana kadar kazandığı başarıların kayda değer olması.Lütfen burdan diğer takımları tutan kişiler alınmasın.Ben burda dünya markası olmak üzereyken bunu elinin tersiyle iten bir markadan bahsetmek istiyorum.1996 yılından itibaren Fatih TERİM yönetiminde Galatasaray takımı 2000 yılına kadar 4 sezonu da üst üste 4 sene şampiyon olarak tamamladı.2000 yılında elendiği Şampiyonlar liginden Uefa kupasına düşerek Avrupa serüvenine bu kulvardan devam etti.2000 yılında ise UEFA kupası şampiyonu olarak yoluna devam etti.2001 yılında ise Şampiyonlar ligi şampiyonu İspanyol Real Madrid takımını yenerek Super Cup'ı aldı.Bu hızla geçtiğim satırlar nice maceralar ve kahramanlıklarla dolu.Hepsini yazmaya kalkarsam günlerimi alır.İşte bu yıllarda Galatasaray Dünya klasmanında Dünya'nın bir numaralı takımı haline gelmişti.Gerek yurtiçinde gerek yurtdışında bir yabancıya Türkiye dediğiniz zaman aklına ilk şiş kebap sonra İstanbul ve daha sonra Galatasaray geliyordu.Şu şöhrete bakarmısınız.Kazanılan başarılar Galatasaray'a maddi olarak büyük kazançlar sağlıyordu.Forma satışları dünyanın dört bir yanında patlama yapıyordu.Artık tek gereken doğru pazarlama yöntemleriyle karına kar katmaktı.Peki sevgili Galatasaraylı yöneticiler ne yaptı?Bir deve misali hörgüçten yiyerek Galatasaray'ın emeklerini harcadılar.Dünya'da sanırım hiçbir kulüp yoktur ki bu başarılardan sonra halen borç içinde olsun.Bunun sebebi rant sahibi işi bilmeyen yöneticilerdir.GS store'ları bile bu başarılardan çok daha sonra aktif biçimde kullanmaya ve satışlar yapmaya başladılar.Barcelona,Real Madrid,Arsenal gibi kulüplerin bizden tek farkı kurumsallaşmaya giderek halka açılmak ve örneğin stadlarının kapasitelerini artırarak büyük gelirler elde etmektir.Galatasay ise yıllardan beri yeni stada geçiş problemleriyle uğraşmaktadır.Bu saydıklarım akla kara işler değil.Hem dünyada özelliklede Türkiye'de bu kadar popüler bir sporda bu başarılardan sonra sanırım doğru stratejilerle markalaşmak gerekiyor.Bu konuda yatırımları ve kampanyalarıyla markasını iyi pazarlayan ve çeşitli firmalarla doğru sponsorluk ilişkileri içine giren Fenerbahçe'yi takdir ediyorum.Demek ki herşey sportif başarıyla olmuyormuş...

artık o bizden biri: FEYSBUK:)




Kim derdi ki Mark Elliot ZUCKERBERG adlı kardeşimizin yazdığı bir program ömrümüzden saatler çalacağını.Bence o bile bu kadarını tahmin edememiştir.Bu zat-ı muhterem şahsiyet bu konudaki girişimlerine ilk olarak Harvard'ta başlamış.Üniversitenin en yakışıklı ve en güzel öğrencilerinin seçildiği facemash.com adlı bir site kurmuş.Ancak bu site için seçilecek kişilerin fotoğraflarına ihtiyaç vardı.Bunun için okulun veritabanına girerek fotoğrafları çalmış.Veri tabanının hacklendiği ortaya çıkınca okul yönetimi kendisini disipline vermiş.Bu duruma sinirlenen Mark anlık bir kararla okulu bırakmış.Daha sonra Harvard'lı öğrencileri biraraya getirmek için Facebook'u kurmuş.18 ayda Amerika'nın en büyük arkadaşlık sitesi haline gelince haliyle yatırımcıların ilgisini çekmiş.Yatırımcılarla buluştuğu gecede yaşı 18'den küçük olduğu için gece boyunca alkol alamayarak gazoz içmek zorunda kalmış:)İki adet dipnot verdikten sonra bizi ilgilendiren kısıma geçeceğim.Birincisi Facebook'un üye sayısı şu ana kadar 200 milyonun üzerinde ve ikincisi sevgili Mark Facebook'un yüzde 1.6'sını 240 milyon dolara Microsoft'a satmış.
Benim Facebook'la ilk tanışmam okulun kütüphanesindeyken bir konuşmaya ve bir laptop ekranına gözümün ve kulağımın kaymasıyla oldu.Yanımda oturanlar feysbuk feysbok tarzı bişi hakkında konuşuyorlardı ve yok onu buldum yok şu beni ekledi yok şu beni poke'ladı diye bir konuşma sürdürüyorlardı.İlgimi çeken duyduğum şey,yıllardır görmediğiniz kişilerle tekrar bağlantıya geçebilmenize olanak sağlıyordu.Bu duygularla yaklaşık iki yıl evvel Facebook'la tanıştım.İnanılması güç bir şekilde yıllardır görmediğim insanları buluyordum ve ilk zamanlar Mark kardeşime çok dua ediyordum:).Hergün yeni ekleme talepleri,eski arkadaşları araştırmak,onlardaki büyük değişimlere şaşırmak şeklinde günler geçip gidiyordu.Bunu fotoğraf ve video eklemeler,yeni applicationlar ekleme hatta oyunlar oynama olarak takip etti.
Bir zaman sonra bazı şeylerin farkına vardım.Gerçekten bulduğum eski dostlarımla onları bulmaktan başka birşey yapmışmıydım.Tabiki usulüne uygun birkaç geleneksel buluşma tarzında ritüellere katılmıştım.Ama o geleneksellerin bir ikincisi de olmuyordu:)Sadece onları bulmuştum ve o küçüklük anıları dışında paylaşacak herhangi bir ortak noktamız yoktu.Herkesin kendine göre bir hayatı,bir düzeni vardı.Bu siteyi art niyetle kullananlarda cabasıydı.Birkaç ortak arkadaşınız var diye listenizdeki bayan veya baylara ekleme talebi yollayanlarda azımsanmayacak sayıda.Sizlere küçük bir anektod anlatmak istiyorum.Arkadaşlarımdan birisi Facebook profilindeki status'ünü hani o çok sevdiğimiz ''in a relationship'' durumuna getirmişti.Bilindiği üzere böyle bir paylaşımı sizle arkadaş olan veya profilinizi görüntüleyen herkes görebiliyor.Bir süre sonra ilişkisi bitince tekrar statüs'ünü single çevirmişti.Bir sohbet sırasında arkadaşıma denen ''noldu falancayla ilişkin bitmiş hayırdır?'' sorusuna verdiği cevap inanın içler acısıydı.''ya bu Facebook çıktı mertlik bozuldu.Artık hiçbirşey saklanamaz oldu''.Be adam sen insanların gözüne sokarcasına kendini ilişkide göstermişsin ve tekrar insanların gözüne sokarcasına bekar durumuna dönmüşsün.Bunun Facebook'la ne alakası var allahaşkına?!!Burdan çıkaracağımız anafikir biz insanoğlu olarak insanların hayatlarını röntgenlemeyi seviyoruz ve Facebook'un nihai amacına hizmet ediyoruz.Bana gelince;ben niye hala Facebook'umu kapatmıyorum?Gerçekten benim kötü bir amacım yok.Sadece herkesin numarasını rehberime kaydedemediğim için,Facebook'taki event'leri takip ettiğim için,komik videoları seyrettiğim için...Birgün kapatacağım gerçekten:)

Cep Telefonunun Evrimi

Cep telefonunun yurdum insanının cebine girdiği zamanları daha dün gibi hatırlıyorum.Gerçi hoş o zamanlar pek cebe sığdıkları söylenemez.İlk telefonumuz (babamın) ericsson GA-628'di.Bunun yüzyılın buluşu olduğunu inanıyordum.Aslında hiçbir özelliği olmayan genel olarak halk arasında ''Takoz'' diye tabir edilen bir telefondu.Ama o zamanlar Nokia daha türkiye piyasasına yeni giriyordu ve Ericsson en iyi cep telefonu markasıydı.Bu telefonun bir ilginç özelliği de ön kapaklarının rengarenk olarak değiştirilebilmesiydi.Bi düşünsenize cep telefonunuz var ve canınızın isteğine göre ön yüzündeki renkleri değiştirebiliyodunuz. Şu havaya bir bakarmısınız:).Tabi ki de telefonun ağırlığını eklemeden geçemeyeceğim.Tam tamına 160 gr:).Neredeyse şimdikilerin en az 3 katı.
O zamanlar cep telefonuna sahip olan sayılı insanlardan olduğumuz için bu kaya parçasının ağırlığını pekte sorun etmiyordum.Daha sonraları Nokia'nın gösterdiği büyük inovasyonların akımına kapılıp Nokia 5110 modeline geçiş yaptım.Bu telefonu alanlarının çoğunun sadece ''Snake'' adlı oyun için aldıklarına şahidim.Görübileceği gibi bir oyun insanlara neler yaptırabiliyor.Gelgelelim ilk antensiz telefona Nokia 3200.sonraki aldığım telefon ta kendisidir.Yıllardır cebinizdeki anten çıkıntısından kurtuluyordunuz.Alışmam bayağı bir vakit aldı.Bu arada farkettiyseniz hala telefon piyasasındaki hızlı gelişmeye ve çeşitlenmeye ısrarla direniyorum:).


Zaman multimedia devriydi ve telefonların bir sonraki gelişim sürecini video oynatabilme, mp3 çalabilme,fotoğraf ve video kaydedebilme takip etti.Son mohikan ben bu değişime Nokia 6600'la katıldım.Her zamanki gibi bu seferde bu telefonun yüzyılın icadı olduğuna inanmaya başlamıştım.Kendi kendime daha ne yapabilirler diye soruyordum.Neler yapamazlar ki:).Sonradan öğrendimki Nokia veya benzeri markaların Türkiye pazarına sokmadığı daha nice modelleri varmış.Bunu bütün markaların pazarı resmen bombordımana tutarak soktukları sayamayacağım kadar modelle gördük.Artık Nokia'nın modellerinin adlarını bile bilmiyorum.
Gelelim bahsetmek istediğim Apple iPhone'a.Kendisini bilgisayar ve mp3 çalar piyasasında kanıtlayan ve büyük bir pazar sahibi olan Apple sonunda cep telefonlarına da el atmıştı.Piyasada bulunan Pda tarzı telefonları geliştirerek dokunmatik ekran teknolojisine yeni bir soluk getirdi.Herşey resmen parmaklarınızın ucunda.Mesajları isterseniz elinizle yazabiliyor,fotoğrafları elinizle yakınlaştırıp uzaklaştırma vs. vs. gbi sayamayacağım daha nice özellik.Telefon iPod'un bütün özelliklerini de taşımakta.en önemli özelliği ise 3G teknolojisini kullanıyor olması.3G bant genişliğini verimli kullanmak için tasarlanmış bir programdır.Bu sayede gerek bluetoothla gerek internette daha hızlı veri transferi sağlanabilmektedir.Genel olarak normal cep telefonları veri aktarımı veya paylaşımı yaparken telefonun şarjını büyük ölçüde tüketir.3G teknolojisi bu durumada el atmış ve veri paylaşımı sırasında bataryanın şarjı eskiye oranla daha az tükenmektedir.Fiyatına gelince ise şu anda piyasa fiyatı 1500TL'nin üzerindedir.
Apple iPhone'nun bu kışkırtıceı saydığım veya sayamadığım birçok özelliklerine rağmen almamak için direneceğim.Nedenine gelince,farkettimki ben aldığım telefonların bütün özelliklerini kullanmıyorum.Örneğin fotoğraf veya video kaydı.Bunun yerine normal kamera tercih ediyorum.Tam anlamıyla cep telefonumun kullandığım özellikleri;normal aramalar,sms ve mp3 dinleyebilme.Demek ki Apple iPhone'a ihtiyacım yok:).Varmak istediğim nokta,biz insanlar kullanmadığımız birçok özelliğe para vermeyi çok seviyoruz.Bunu farkeden markalar insanların anlamadığı özelliklerin pazarlamasını bile çok iyi yaparak bizlere bu telefonları aldırmaktalar.Gerçekten bir cep telefonu almadan önce aradığımız özellikleri şöyle bir aklımızdan geçirmeliyiz.İyi bir dizayn mı,etkili bir ses kalitesi mi,pixeli yüksek bir kamerası mı yada uzun pil ömrü mü?Bunun cevabını verdikten sonra alacağımız modeli araştırarak paramızı sokağa atmamalıyız

İyi De Kim Kazandı?


   İnternette gün geçmiyor ki bir ödüllü yarışma veya çekiliş yapılmasın.Ve yeni nesil büyük bir iştahla her bulduğu yarışmaya hiç düşünmeden ismini mailini yazıp geçiyor.Ayrıca firmalar çıkarttıkları ürünlerin pazarlamasında çekilişle ödül dağıtma stratejisini sık sık kullanır oldular.Bu çekilişlerin de yüksek ilgi gördüğü söylenebilir fakat kazananlardan daha çok yedek talihlilerin bu ödülleri aldığı da şaşırtıcı bir gerçek.

   İşte katıldığımız çekilişlerin sonucunu öğrenmek için gazeteleri takip etmekten ve umutla e-mail veya telefon beklemektense çağın da gerektirdiği üzere tek tık yeterli olacak bundan böyle.
www.kimkazandi.com adresinde güncel tüm çekilişlerin ve yarışmaların sonucunu bulabilmek mümkün.Bu yönüyle gerçekten çok iyi düşünülmüş ve bir ihtiyaca cevap veren zekice bir site olmuş.Ayrıca siteye üye olabiliyor ve bu sayede yeni yarışmalar ve çekilişlerden de haberdar olabiliyoruz.
   Ben sık kullanılanlar listeme duyar duymaz ekledim...Ya siz?

En Keyifli Yolculuk

   Memleketimin buradan otobüs yolculuğuyla 17 saat uzaklıkta olması ve uçak seferlerinin de çok sık olmaması beni ister istemez yakın bir ilişki içerisine soktu otobüslerle.Üstüne üstlük sık sık yaptığım Ankara yolculukları da cabası.Otobüsten tam olarak midemin bulanmaya başladığı bir dönemde tanıştım Anadolu Ulaşım'la.Kütahya'dan İzmir'e dönüş yolculuğundaydım.Otobüse girer girmez ferahlığıyla farklı bir hava veriyordu.Güleryüzlü personeli yarım kalan kola bardağımın üzerini tamamlayıp gülümsediğinde işte bu dedim.İstenirse farklı olunabilirmiş.

  Üzerinden 2 sene geçti ve Anadolu beni hiç ama hiç yanıltmadı yenilediği filosuna eklediği son teknoloji ürün
ü Neoplan otobüsler ve en önemlisi Digikoltuk uygulaması yolculuğu benim için yeniden bir zevk haline getirdi.Nasıl getirmesin ki?İnteraktif kanal, yol kamerası, 8 TV kanalı, 3 radyo kanalı, 3 film kanalı ve 138 oyun gibi baş döndürücü imkânlar sağlıyorlardı.
 

  Ben bu uygulamayı çok büyük bi ekstra olarak görürken onlar bunun kendileri için bir standart olduğu konusunda ısrar ediyorlardı ve bunu yepyeni bir uygulamayla ispatladılar.
 
Yeni uygulamanın adı 2+1.Bu isim koltukların diziliş biçiminden alınmış zirâ bir tarafta tek diğer yanda ikili koltuklar bulunuyor.Tabiki bu koltuklar da digi olanlardan.Edge hızında internet, 128 adet kiralık bilgisayar oyunu ve kiralık laptoplar da yolcuların hizmetinde.İnternet ve laptop güzel de ya priz ne olacak diye soranları duyar gibiyim.Bu sorunun yanıtı da yine Anadolu'dan geldi ve beni şaşırtmadı.Bu otobüslerde 220 v priz de her koltukta standart.
  

Ayrıca uyku gözlüğü, yastık servisi ve meraklılarına demleme çay ile Türk kahvesi sunma imkânları da mevcut.
  Söylenecek hiç bir şey yok.Komşumuz Uşak'ın firması kendiyle yarışıyor ve hepimizi gururlandırıyor.Teşekkürler Anadolu...İyi ki varsın...